Prof. Dr. Türkkaya Ataöv
Ermeni yalanlarına yanıt veriyor:
Ermeni Soykırımı değil
Ermeni yalanları
Ermeni yalanlarına karşı Atatürkçülerin savaşı
Ermeni soykırımı yalanları ile köşeye sıkıştırılmaya
ve böyle bir soykırımı yaptığını kabulle zorlanan Türkiye, ne yazık ki, Atatürk döneminde
olduğu gibi devrimci ve başı dik bir duruş sergileyememektedir. İşbirlikçi iktidarları
bir kenara bıraktık, kendisine Atatürkçü milliyetçi diyen kesimler dahi, bu iddialar karşısında başı
dik, onurlu bir tavır alamamaktadır.
Atatürkçüler arasında bu meseleyle ile ilgili öyle bir anlayış gelişmiştir
ki, bu iddialara karşı çıkılırken, Türklerin soykırım yaptığı kabul edilmektedir.
Kendisine “milliyetçi” diyen kesimin, Batının “Ermeni Soykırımı” saldırılarına
karşı verdiği cevap, “siz kendinize bakın ve tarihte yaptığınız soykırımların
hesabını verin” olmaktadır. İlk bakışta sağlam bir duruş ve oldukça mantıklı
gibi gelen bu açıklama aslında, soykırım yalanlarına karşı bu cevabı veren kesimin
içinde bulunduğu yenik ve ezik ruh halini yansıtmaktadır. Bu cevabı verenler bir süre sonra kendisini
bu iddiaları ileri sürenlere teslim etmektedir. Oysa Atatürkçülerin bu iddialar karşısında alması
gereken tavır, bu iddiaları nasıl geçiştiririm olmamalıdır. Nasıl onların da soykırım
yaptığını kanıtlayabilirim veya biz soykırım yapmadığımızı nasıl
kanıtlarız olmamalıdır. Çünkü, Türklere yüklenmek istenen suç tümüyle uydurmadır. Soykırıma
kanıt olarak gösterdikleri belgeler tümüyle uydurma, tümüyle düzmecedir. Soykırıma karşı çıkanlar
bunları bilmedikleri için hep savunma psikolojisi içinde hareket etmektedir.
Geçtiğimiz günlerde İleri Yayınları tarafından yayınlanan Prof. Dr. Türkkaya
Ataöv’ün “Ermeni Belge Düzmeciliği” ve “Mavi Kitaba Yanıt” kitapları, Batılı
devletlerin uydurma ve düzmece belgelerle dayanarak Türkiye’yi suçlamasının gerçek nedenleri ortaya koymaktadır.
Prof. Dr. Türkkaya Ataöv, Ankara Üniversitesi Siyasal Bilgiler Fakültesi’nde kırk yıl
uluslararası ilişkiler dersi vermiş, bu alanda yazdıkları yirmi dilde yayınlanmış,
çalışmalarından ötürü yurtdışından ilerici çevreler tarafından onlarca madalya ve akademik
ödül almış, Türkiye’nin yetiştirdiği sayılı Atatürkçü aydınlarından biridir.
Prof. Dr. Türkkaya Ataöv, Ermeni Türk ilişkilerine 1980’den önce başlamış,
yabancı dillerde yayınlanmış yetmişi aşkın kitap ve kitapçığı vardır.
Ataöv, “Ermeni sorunu”nun uluslararası düzeyde en önde gelen uzmanı olarak bilinir. 1984 ve 1985’teki
iki Paris davasına konuyu iyi bilen otorite tanığı olarak katılmış, BM’nin Cenevre
merkezinde bu konuya ayrılan özel toplantılara tek Türk olarak kabul edilmiş, dört Avrupa parlamentosu oturumunda
görev yapmış, özellikle Londra ve New York gibi kentlerin radyo ve televizyonlarında bu konuda açıklamalarda
bulunmuştur. Esasında Ataöv, Türk devletinin yapması gerekeni yapmış, yurtdışında
Türk devletine yönelik saldırılara karşı tek başına mücadele etmiştir. Uzun yıllar
Ermeni Soykırımı iddialarına kanıt olarak sunulan ve kimsenin sorgulamayı aklından geçirmediği
belgelerin sahteliğini, düzmece olduğunu titiz çalışmaları sonucu ortaya çıkarmıştır.
1871 yılında Rus ressam Vassili Vereşçagin tarafından yapılan bu yağlıboya
tablo Ermeniler tarafından soykırım belgesi olarak tüm dünyaya yutturuldu. |
Batıyla savaşımız devam ediyor
Prof. Dr. Türkkaya Ataöv’ün “Mavi Kitaba Yanıt” ve “Ermeni Belge Düzmeciliği”
kitapları birbirinin tamamlayıcısı olarak tanımlanabilir. “Mavi Kitap” olarak bilinen
kitap, Birinci Dünya Savaşı sırasında İngiltere Hükümeti’nin desteğiyle ve parlamentosunun
onayıyla yayınlanmış olan bir propaganda kitabıdır ve İngiliz Savaş Propaganda Bürosu
tarafından yayınlanmıştır. Psikolojik savaş kitabıdır aslında. Kitapta ortaya
atılan tezlerin, belgelerin hiçbir dayanağı yoktur. Tek amaç İngiltere’nin savaştığı
devletleri güçsüz göstermek, tecrit etmek, iftiralarla suçlamak üzerine kurgulanmıştır. Türkiye’nin (o
dönem Osmanlı’nın) sözde Ermenileri katlettiği ileri sürülmekte, bu şekilde sıkıştırılmakta
ve tecrit edilmeye çalışılmaktadır.
Ataöv, “Mavi Kitap” için “Gerçekte, Ermeniler üstüne ve kısaca ‘Mavi Kitap’
diye bilinen yayın Atlantik’in her iki kıyısından doğmuş olan ve Türklere karşı
düşmanlıktan düpedüz ırkçılık arasında mekik dokuyan ön yargılı benzer kavramları
içermiş önceki yayınların kalıtı sayılabilir” demektedir. Ve kitaptan yaptığı
şu alıntıyla bunu kanıtlamaktadır.
“...Hıristiyan bir ulus için Müslüman buyurganlığına bağlı boyunduruğun
altında kalmak gibi bir sövgü olamaz... Türk ilerlemeye neden bu denli karşıdır? İlerlemeye dönük
Ermenilerden neden bu denli şiddetle iğrenir? Çünkü, önce, Türktür; ve çünkü, ikinci olarak, Muhammedî’dir.
Türk en iyi insan ırkının -Ermeniler gibi Hind-Avrupaî ya da Aryan ırkının- bir üyesi değildir.
Türk ırklar arasında ikinci en iyiden, Yahudiler ve Araplar gibi Semitik ırktan da, değildir. Moğol
ırkının bir kolundan gelir ki, bu yüzden karmaşık düşünceleri ve uygarlığın yüksek
biçimlerini özümleme yeteneği yoktur. Türk’ün kavrayışta aşağılığının,
ne yazık ki, son derece alçak bir dinle bütünleşmesi onu bugün neyse o yapmış, yani yabanıldan daha
kötü duruma sokmuştur... Türk kafese konması gereken vahşi bir hayvandır... Bir Kürd’ün ya da bir
Türk’ün ayağına tezliği, isteği ya da azgınlığını anlatmak için köpekler,
çakallar, kaplanlar ve benzeri hayvanların adlarını, bir benzetme ya da yakıştırma amacıyla,
kullanmak zorunda kalıyorsam, bu hayvanlardan özür dilerim. Yalnızca dilin fukaralığı bu kullanımı
bağışlatabilir.”
Ataöv’ün gözünden kaçmayan bu tanımlama aslında, Batının Türk’e bakışının
özünü oluşturur. Türk’ü en vahşi haydan bile daha aşağılık gören bir zihniyetin, bağımsızlık
savaşı sonrasındaki yenilgiyi kabullenmesini beklemek saflık olur. Bugünkü saldırılarının
altında yatan gerçek Ataöv’ün kitabında belirttiği bu gerçektir. Bu sözlerinin yazarları Hırıstiyan
bir misyoner ve önde gelen bir Ermeni topluluğunun başkanıdır. Bu sözlerin bizlere gösterdiği tek
gerçek ise Türkler hiçbir zaman “soykırım yapmadıklarını” kanıtlayamayacaklardır!
Bu yöndeki tüm çabalar beyhudedir. Çünkü Türk’tür ve düşmandır. İster kabul edelim ister etmeyelim Batılının
bizlere bakışı böyledir.
Her şey propaganda, Batılı
olmayana karşı topyekün savaş
Batılının Türk’e karşı savaşında, bugün çok ünlü yazarlar olarak
karşımıza çıkarılan insanlar, çok güvenilir haber kaynakları olarak karşımıza
çıkarılan kurumlar aslında propaganda faaliyetinin birer araçları olduğunu Ataöv belgeleriyle ortaya
koymaktadır.
“Yıllık 120.000 pound resmî para desteği gören Reuters haber ajansı, ‘propagandacı’
etiketi üslerine yapışıp kalır mı diye zaman zaman kaygılandığı oluyorsa da,
yurt dışına ayda bir milyon kelime yollamaktan geri durmuyordu.
Bir çok yetenekli yazar kendilerini vakit yitirmeden savaş amaçlarına adadılar. Belleğimizi
birazcık zorlarsak, İngiliz şiirinde William Shakespeare’den hemen sonraki yere oturan ve Yitirilmiş
Cennet ile Yeniden Kazanılan Cennet’in yaratıcısı ve ayrıca (özgürlükler kuramı üstüne)
Areopagitica’nın da yazarı olarak bilinen John Milton (1608-74) bile (Charles I’e karşı Parlâmentoyu
desteklemiş, ardından kralın idamını imzalamış olan) Oliver Cromwell düzenini tutmuş,
giderek onun hükûmetinde görev almamış mıydı? İngiliz Romantizmini başlatanlar içinde en önde
gelen ve ülkesinin başlıca ozanlarından biri William Wordsworth (1770-1850) Napolyon Savaşlarının
son yarısında İngiliz benliğinin yüksek tutulmasına omuz vermemiş miydi? Kraliçe Victoria döneminin
ünlü ozanı Alfred Tennyson da (1809-92) Kırım Savaşı’ndaki yürekler acısı yanlışları
örtbas etmek amacıyla, ‘Hafif Tugayın Saldırısı’ başlıklı yapıtını
kaleme almamış mıydı? Ne var ki, bu büyük yazarlar, önemle vurgulamalı ki, aynı zamanda, ülkelerinin
düşmanlarını öne çıkarıp onları alkışlamaktan da geri kalmadılar.
Masterman’ın kiraladığı yazarlar ise, yalnız kendi askerlerini övdüler
ve savaşın gerçek koşullarını gizlediler. İyi ücret alıyorlardı.”
Çok güvenilir denilen haber kanallarının, çok güvenilir ve saygın denen yazarların
gerçek yüzleri işte budur. Batının haber kanallarının verdiği haberlerin, Batının
saygın kabul edilen yazarlarının eserlerinin tek amacı vardır, kendi devletlerinin propagandasını
yapmak, kendisinden olmayanı yok etmenin önünü açmaktır.
Bu öyle bir savaştır ki, Batılı ülkeler vahşi saldırganlıklarını
başta kendi kamuoyu olmak üzere kabul ettirebilmek için, birçok savaşta, kimi ressamlara -ki bunlar oldukça ünlü
olur- propaganda amaçlı uydurma resim yapma görevi vermektedir. Uydurma resimlerle, uydurma yazışmalarla, uydurma
konuşmalarla saldırı bugün onların en büyük dayanaklarıdır.
Ermeni Belge Düzmeciliği
Prof. Dr. Türkkaya Ataöv’ün “Ermeni Belge Düzmeciliği” kitabı, bu uydurma
belgelerin nasıl imal edildiklerini, nerelerde ne zaman kullanıldıklarını ortaya koyar. Bu belgelerin
neler olduklarını, Türkkaya Ataöv’ün bu belgelerin sahteliklerini nasıl ortaya çıkardığını
yine kendisinden okuyalım.
“Kısaca ‘Ermeni sorunu’ denen karmaşa içinde çok sayıda düzmecilikler
-daha yaygın deyimiyle, sahtekârlıklar- var. Son doksan yıldır, kimi Ermeni kişi ve kuruluşları,
Türklere karşı savaşımlarını -aynı yola kattıkları yandaşlarını
türlü biçimlerde ödüllendirmeyi de boşlamayarak- hilebazlığın, kandırmanın, uydurmanın,
kısaca düpedüz yalanın ağır bastığı yöntemle sürdürdüler.”
Ataöv, Ermeni meselesine bu şekilde bakarken, bu uydurma belgelerin en çarpıcılarına
kitabında yer vermektedir. Bu örneklerden çoğuna ucuz magazin haberlerinde bile rastlayamayız. Hele Atatürk’ü,
soykırım iddialarına dayanak gösterdiklerini kimi kanıtları vardır ki, bu kanıtlar karşısında
Türk devletinin neden bu kadar acz içinde olduğunu anlamak mümkün değildir.
Atatürk’ün ayak dibindeki Ermeni çocuğunun
ceset foto kurgusu
“2005 yılının ortasında önde gelen günlük gazetelerimizin birinde yayınlanmasını
sağladığım iki fotoğrafın kurgu olanı, yüzyılımıza en başarılı
ve öngörülü devlet adamı diye damgasını vuran büyük Atatürk’ün ayakları dibindeki köpek yavruları
yerine, basit ve aşağılık bir yöntemle, bağırsakları dışarı fırlamış
sözde bir Ermeni çocuğunun cesedini gösteriyordu.”
Ataöv’ün tarif ettiği bu resim, Atatürk’ün az bilinen bir resimdir ve bu özelliğinden
dolayı özellikle seçilmiştir. Bu resim Amerika’da Kaliforniya Üniversitesinde düzenlenen bir Ermeni konferansının
tanıtım afişinde kullanılmıştır. Ve resmin üstünde “İnkârın yüzü yalan
söylemez” yazmaktadır. Belgeyi hazırlayanlar kendilerinden o kadar emindirler ki, resmin üzerindeki Latife
Hanım’ın imzasını silmeyi akıllarından geçirmemektedirler. Dönemin hükümeti, Atatürk’e
ve Türk devletine hakaret sayılacak bu girişim karşısında sessiz kalırken, Prof. Dr. Türkkaya
Ataöv, resmin orijinalini bulmuş, sahtesiyle birlikte günlük basında yayınlatmayı başarabilmiştir.
Bu yayın üzerine dahi, iktidara sahip olanlar gaflet uykusundan uyanmamışlardır, belki de uyanmak istememişlerdir.
Ataöv, buna benzer onlarca örneği, soykırım yalancılarının nasıl
kullandıklarını bizlere göstermeye devam eder.
Yağlıboya tablosunu bile kanıt olarak kullanmaya çalışıyorlar
Bunlardan en çarpıcı olanı, insanın bu kadarına pes doğrusu dediği
1871 tarihinde yapılan bir yağlı boya tablosunun yıllarca soykırımının kanıtı
olarak kullanılmasıdır. Resmin hikayesini Ataöv’den dinleyelim:
“Resim üst üste piramit biçiminde yığılmış kafataslarını, daha
doğrusu onlardan oluşan tepecikleri gösteriyordu. Besbelli ki, bir kıyım, bir seri acımasız
kan dökümü söz konusuydu. Resmi görende uyandırılmak istenen ve herhalde uyanan kanı bunun bir olayın
fotoğrafı olduğuydu. Hangi bağlamda kullanıldığına gelince: kitap, kitapçık,
makale, kartpostal ya da tek sayfalık el duyurusu sürekli olarak Ermeni sorunuyla ilgiliydi. Ondan da öte, bu düzmeceyi
tasarlayanların amacı resmin 1915 ve dolaylarındaki olaylarda kıyıldıkları öne sürülen
Ermenilerin kafataslarının fotoğrafı olduğu etkisini beyinlere yerleştirmekti.”
Oysa resmin soykırımla uzaktan yakından
ilgisi yoktur.
“Duraksamadan ama özet biçimde ekleyeyim ki, bu resim 1842’de doğup, 1915 olaylarından
on bir yıl önce, 1904’de yitip gitmiş olan ünlü Rus ressamı Vassili Vereşçagin’in 1871’de
başlayıp 1872 başında, yani gene 1915 olaylarından tam 44 yıl önce bitirdiği yağlıboya
bir tablodur. Sanatçının kendi seçtiği başlığı ya da konusu şudur: “Abofeoz
Voinı”, yani “Savaşın Kutsallaştırılması”. Üstelik, bu tablo Moskova’da
aydın Rusların geniş bölümünün iyi bildiği ve yabancı gezginlerin de uğramadan edemedikleri
Tretyakov Galerisi’nin önde gelen yapıtlarından biridir.”
Ataöv’ün belirttiği gibi resmi yapan da, resmin nerede ve ne zaman yapıldığı
da bellidir. Ancak buna rağmen bu resim Ermeni ve Türk düşmanı çevreler tarafından dünyanın çok çeşitli
ülkelerinde Türkleri soykırımcı göstermek için kullanılmıştır ve kullanılmaktadır.
Bu örnekler kitaptan seçtiğimiz uydurma belgelerin en çarpıcılarıdır. Ama genel olarak kitapta yer
verilen uydurma belgeleri neler olduğunu Ataöv şu şekilde ortaya koyar:
“(a) Bir ulusun kurtuluş önderi, haklı savaşımların esin kaynağı
olarak ulusal önderden de öte büyük devlet adamı ve halkının bilincinde yaşamını bugün de sürdüren
Mustafa Kemâl Atatürk’e yöneltilen üç ayrı masalın iç yüzü; (b) 19’uncu yüzyılın bilinen bir
yağlıboya tablosunu 1915-17 yıllarının bir fotoğrafı diye yutturma acı-komedisi; (c)
Aram Andonian (Andonyan) adlı bir Osmanlı Ermenisinin kıyım suçlamalarını, Talât Bey (4 Şubat
1917’de Sadrazamlığa yükseltilmesiyle Paşa) başta olmak üzere, iktidardaki İttihad ve Terakki
Fırkası ileri gelenleriyle kimi yerel görevlilere, düzmece belgelerle yöneltmesi; (ç) Almanya’da Nazi dönemi
buyurganı Adolf Hitler adlı dengesizin 22 Ağustos 1939 tarihli iki konuşmasından birine, anlaşıldığı
üzere, sonradan eklenen bir cümleyle, Türkleri yalnız 1915 olaylarının tek sorumlusu değil, aynı
zamanda faşist Almanya’da ve Nazi işgâl ordularının girdiği her Avrupa ülkesinde yaygın
ve acımasız Yahudi soykırımının da dolaylı özendiricisi gibi gösteren çaba ve (d) Türk
Ordusunun Ulusal Kurtuluş Savaşı sonunda İzmir’e ulaşmasının hemen ardından,
o olaydan dört gün sonra, bu görkemli kentin önemli bir bölümünün yanıp kül olması sorumluluğunu, böyle bir
yangında hiçbir çıkarı olmamasına ve ayrıca kanıtların önce Ermenileri, sonra da Rumları
göstermesine karşın, Türklerin omuzlarına yıkma girişimleri.”
Her şey yalan, tek gerçek Türklük
Prof. Dr. Tükkaya Ataöv’ün bu çalışmaları bize, Türklüğe karşı saldırıların
hepsinin arkasında istisnasız büyük bir yalanın yattığını göstermektedir. Özellikle “Ermeni
soykırımı” iddiaları tümüyle yalana dayanmaktadır. Hem de öyle zeka isteyen yalanlar değildir.
Çok bilinen bir yağlı boya tablosu bile bu yalanın bir parçası olmaktadır. Burada sorgulanması
gereken, bunca basit ve çocukların bile kanmayacakları yalanlarla karşı Türk milleti neden suçluluk psikoloji
içinde hareket etmeye zorlanmaktadır? Tarihte hiç olmamış bir olayı, neden kabul eder bir noktaya gelinmiştir?
Atatürkçülerin, milliyetçilerin sorgulaması gereken şey budur. Yalanlara karşı isteseniz de kendinizi
avunamazsınız. Bu yalanlara karşı, savunmaya geçerseniz yenilgi kaçınılmaz olacaktır. Burada
yapılması gereken tek şey reddetmektir çünkü ortada böyle bir olay yoktur. Bu yalanların tek bir amaca
yönelik olduğunu görmek gerekir. Tüm bu yalanların tek nedeni Türk düşmanlığıdır, Türklerin
varlığını kabul edememektir.
Öncelikle bu yalanların neler olduğunu görelim ve kendimizi sorgulayalım. Prof. Dr. Türkkaya
Ataöv’ün “Mavi Kitaba Yanıt” ve Ermeni Belge Düzmeciliği” kitapları, ortaya atılan
yalanların neler olduğunu görmemiz ve bu yalanlara karşı nasıl savaşılması gerektiği
konusunda iyi bir başlangıç olacaktır.